4 Ekim 2012 Perşembe

Doğu Yücel'le Röportaj, XOXO The Mag, Ekim 2012


FANTASTİK HAREKET ENGELLENEMEZ!


Kendi deyimiyle “urban-fantasy” yazarı, “Okul”lu senarist, yılların müzik eleştirmeni Doğu Yücel’le gençlik edebiyatını ve sinemasını, Türk edebiyatının fantastikle olan imtihanını, hayal dünyamızı besleyenleri ve hayallerimizin beslediği bir hayatı konuştuk. Bir de size yılbaşı müjdesi: Yılbaşına doğru Kırmızı Kedi Kitabevi’nden çıkacak bir öykü derlemesinde “Noel Babayı Kim Öldürdü Lan?” adlı ilk defa fantastik olmayan bir öyküyle Doğu’nun hayal gücü yeniden karşımızda olacak.

İlk romanın Hayalet Kitap 10 yıl sonra gözden geçirilmiş baskısıyla yeniden raflarda. Neler gözden geçirildi? Bugün baktığında nasıl değerlendiriyorsun romanını?

Hayalet Kitap çok erken yaşta yazılmış bir romandı. Özellikle platonik aşk üzerine kitapta çok fazla alıntı ve gönderme vardı ama bir alıntıyı unuttuğumu fark ettim. O da Genç Werther’in Acıları’ndandı. Aslında ilk başta bahsetmem gereken, hatta kitabı yazarken de etkilendiğim bir roman. Mesela ondan bir alıntı ekledim. Diğer yandan biraz çocuksu göndermeler yapmışım genç yazar hissiyatıyla birlikte, onları biraz törpüledim. Çok da fazla dokunmadım, çünkü kitabın o saflığını, naifliğini, acemiliğini ve bunun yarattığı hissi bozmak istemedim. Ben kendimi çok ciddiye alan biri değilim ama yazdığım üç kitapla ilgili iddialı konuşabilirim. Kitabı tekrar okuduğumda açıkçası çok beğendim, çok sürükleyici ve yenilikçi bir yönü olan bir roman. Eğlenceli ve platonik aşk ile eğitim gibi iki mesele üzerine iyi tespitleri olan ve o meseleler üzerine iyi giden bir roman. Geçenlerde üniversite kampüsünde geçen romanların neredeyse olmadığı, en dikkat çekenin ise Hayalet Kitap olduğu hakkında bir yazı çıktı. Düşündürücü, çünkü Türkiye gibi genç bir nüfusun bu kadar yoğun olduğu bir ülkede gençler üzerine edebiyat yapılmaması sorun. O yönden kitap zamanında bir eksikliği kapatmıştı, şu anda da kapatıyor. Diğer yandan, platonik aşk konusu da çok fazla ele alınmak istenmeyen bir konu ama ben edebiyatta ne kadar dürüst olursanız o kadar iyi olacağını düşünüyorum. Bu iki açıdan da Hayalet Kitap tamamlayıcı bir rolü olduğunu düşündüğüm bir roman.

Romanı “Platonik Aşklar Krallığı”na ithaf etmiştin. Duruyor mu bu krallık?

Duruyor. Özellikle de ülkemizde. İlişkilere bakış açımızın ve ilişkilerin yaşanma biçiminin tek taraflı olduğunu düşünüyorum. Yaşanan ilişkilerde bile karşılıksız ya da eşitsiz bir durum var. Roman bu yönden de okunabilir. Sadece karşılıksız aşkın romanı değil, eşitliksiz aşkların da bir romanı ve bu krallık hâlâ dimdik ayakta.

Romandan uyarlanan Okul’un senaryosunu sen yazmıştın. Hikâyeyi liseye uyarlamak senin tercihin miydi? Sence uyarlama nasıl sonuç verdi?

Yönetmenlerin tercihiydi. Genelde ticari bir karar diye düşünülüyor ama değildi. Lise eğitimi üzerine söylenebilecek daha çok şey olduğu düşünüldü. Filmi önemsiyorum ama bir yandan da hayalimizdeki gibi bir film olmadı. Buna rağmen şu an baktığımda birçok açıdan önemli olduğunu düşünüyorum. Eğitim eleştirisini bu kadar sert bir şekilde yapan, öğretmenlerin sınıfta öğrencilere karşı uyguladığı diktatörlüğün etkilerini gösteren, hatta günümüzde daha yeni yeni tartışılmaya başlanılan zorunlu din dersi konusunun üzerine bu kadar giden bir film yoktu popüler sinemamızda. Ama Hayalet Kitap’ın ileride yeniden sinemaya uyarlanmasını isterim.

Okul’un Türk sinemasında korku ve fantastik alanında genç bir geleneği oluşturduğu bir gerçek. 2000’lerden bu yana yükselen bu genç dalgayı nasıl değerlendiriyorsun?

Okul yakaladığı gişe başarısı sayesinde bu türlerin Türkiye’de çoğalmasına yol açtı. Tür açısından çok da örnek alınan bir film olmadı aslında çünkü Okul korku-komedi-gençlik filmidir. Ondan sonra ortaya çıkan filmler ise Türkiye’de insanların en çok korktuğu hurafe olan cinler üzerinden gidilerek çekildi. Korku sinemasında, Ada - Zombilerin Düğünü gibi iyi örnekler vardı bence. Ben bir korku sineması hayranı olarak, korku sinemasının hayranlar tarafından, hayranlara yapılan bir sinema türü olduğunu düşünüyorum. Ada’yı o yüzden seviyorum mesela. Onun dışındaki birçok film sadece Türkiye’de cinlere duyulan dinî korkuyu suistimal eden filmler. Semum hariç. Diğer yandan gençlik filmleri de çoğaldı ama Sınav dışında çoğunda Okul’un eleştirel tavrı yoktu, daha çok sulu komedilerdi. Gençler kendilerini anlatan filmler görmek istiyorlar, bu açıdan Türk sinemasına renk geldi.

Yılların edebiyat eleştirmenlerinin bu genç sese yaklaşımı nedir? Bazen popüler kültürden yararlanılmasından rahatsız olduklarını görüyoruz.

Evet, hem biraz fazla gönderme kullanıyor olmam hem de türümün fantastiğe yakın olmasından dolayı eleştiriler alıyorum yaşça büyük uzmanlardan. Fantastik edebiyatı kaçış edebiyatı olarak görüyorlar. Oysa şimdiye kadar konuştuklarımızdan bile ne kadar gerçeğe saldıran bir tavrının olduğu belli. Doğaüstü unsurlarla günümüz hakkında bir şeyler söylemeye çalışıyorum ama maalesef hâlâ inanılmaz önyargılı eleştirilerle karşılaşıyoruz. Bir yandan benim romanlarımla ilk defa fantastik edebiyat okuyanlardan “Ben fantastik edebiyatın böyle olduğunu hiç tahmin etmiyordum,” diyen mailler alıyorum. Şu ana kadar öyle bir önyargı oluşmuş, fantastik edebiyatın tamamen gerçeklerden kopuk, Yüzüklerin Efendisi gibi bambaşka âlemlerde geçen, sadece ejderhalarla dövüşülen ama bunların ardında gerçeğe dair hiçbir şeyin olmadığını düşündürten yazılar çıkmış zamanında. Oysa Yüzüklerin Efendisi dâhil birçok fantastik eser tam da gerçeği yorumlamaya çalışan eserlerdir.

Dönüp dönüp okuduğun, duygu, düşünce ve düş dünyanı besleyen yazarlar kimler?

En başa gidersek Macera Tüneli serisi. Sonra Jules Verne geldi. Ardından H.P. Lovecraft. Lise yıllarında Shakespeare’den çok etkilendim. Douglas Adams, Boris Vian, Italo Calvino, Dino Buzzati, Marquez, E.A. Poe. Sonra bir Stephen King çılgınlığı başladı. Hayalet Kitap’ı okurken Stephen King’den ve Lovecraft’ten ne kadar etkilendiğimi fark ettim. Özellikle Lovecraft hayranları, Hayalet Kitap’ı bir Lovecraft hayranının yazdığı bir gençlik-korku romanı olarak okuyabilirler. Tabii dilim asla onunki gibi değil ama olayların anlatılışındaki matematiği tamamen onun gibi kurmuşum, buna çok güldüm. Son zamanlarda Bret Easton Ellis ve Murakami’yi çok beğeniyorum. Yerli yazarlardan Orhan Pamuk, Barış Müstecaplıoğlu, Hakan Bıçakcı, Emrah Serbes, Mehmet Açar, Levent Şenyürek gibi isimleri takip ediyorum.

Stephen King’i neden bu kadar çok seviyorsun? Son romanı üzerinden kendisine korkuyu Amerikan sistemini olumlamak için malzeme olarak kullandığı eleştirileri yapılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsun?

Stephen King her şeyden önce çok büyük bir edebiyat tutkunu ve çok dürüst bir yazar. Bazı kötücül düşüncelere, insanların içindeki o karanlığa herhangi bir sansür getirmeden kitaplarında yer verebiliyor. Psikolojik açıdan çok derinliklidir bence Stephen King’in karakterleri. Son romanı hakkında çıkan eleştiriler için roman ya yanlış okunmuştur ya da hiç okunmamıştır diye düşünüyorum. Herhangi bir tarzı değerlendirmek için o tarz içindeki diğer başyapıtları okumak, o tarz hakkındaki birtakım bilgilere sahip olmak gerekir. Maalesef bu yok. Bir eleştirmen Barış Müstecaplıoğlu’nun Perg Efsaneleri’ni eleştiriyor ama aynı eleştirmenin daha önce Yüzüklerin Efendisi’ni okumadığı ortaya çıkıyor. Yüzüklerin Efendisi’ni okumayan biri Perg Efsaneleri’ni eleştiremez. Başka bir örnek de Varolmayanlar’da başıma gelen. Ana karakterin sevgilisini cinsel bir obje gibi görmesi, Varolmayanlar’ın gizli örgütüne kadınların alınmaması, güzel kadınların hayalet olamaması gibi aslında komik olsun diye yazdığım bazı kuralları ciddiye alıp kitabı kadın düşmanı olarak algılayanlar çıktı. Stephen King’in romanlarında da sakatlara yönelik çok acayip önyargıları vardır karakterlerin. Ama orada o önyargılara sahip olan insanlık, aslında. Orada bir ayna tutuluyor, ben de bir ayna tutmaya çalıştım.

Türkiye korku ve fantastik türüne kaynaklık edecek malzemeleri bol bol barındırıyor. Bunlar neler sence?

Türkiye'deki her kesim için en büyük korku gelecek korkusu. Birbiriyle anlaşamayan etnik kesimlerin de, inanç gruplarının da en büyük korkusu karşı tarafın onlara kendi gerçeklerini dikte etmesi. Bir anlamda özgürlük korkusu bu. Bu sadece bugüne ait değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin her döneminde farklı kesimlerin farklı dozlarda hissettiği bir korku. Gücü elde edenin diğer kesimi azınlığa dönüştürebildiği, onu bastırabildiği, kendi istediği şablona sokmak için elinden geleni yapabildiği bir korku filminde yaşıyoruz. Oysa çok basit bir şey yaparak; yani bu korkuyu duymadan, herkesin özgürlüklerine saygı göstererek hep birlikte yaşayabilsek bu korku filmini bir Hollywood romantik komedisine dönüştürebiliriz. Ama işte gücü eline alan o gücü sonuna kadar kullanıp gücün kölesi olmayı tercih ettikçe, zor...

Saffet Murat Tura kendisiyle yapılan bir söyleşide edebiyatın önemli bir işlevinin iktidarla olan hesaplaşması olduğunu söylüyordu. Senin yazdıklarında da çeşitli iktidar biçimlerine başkaldırı var. Doğru mu?

Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü’sünü okuduğumdan beri totaliter rejim ve üzerimize gelen bütün baskılar üzerine kafa yoran bir insanım. O kitabı okumam benim hayatımda dönüm noktası olabilir. O yüzden de tüm bunların üzerine, onlar benim üzerime geldiği sürece gideceğim. Zaten bence sanat hayattan intikam alma yoludur. Ben de bu yaşadığımız hayatı, elimizdeki tek nimeti kötüleştirmek için elinden geleni yapan bütün araçlara, kurumlara karşı kalemimi oynatacağım, başka yapabileceğim bir şey yok.

FABİSAD’dan (Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) bahseder misin? Faaliyetleriniz ne durumda?

Kuruluş amacı Türkiye’deki fantastik ve bilimkurgu edebiyatı ve benzer türlere olan önyargıyı kırmak, yeni yazarların ortaya çıkmasını sağlamak, Türk edebiyatına bir renk getirmek. Hayal gücü hayatımızda ve izlediğimiz, okuduğumuz sanat dallarında ne kadar çok olursa insanların hayata daha özgür bir çerçeveden bakabileceğini düşünüyoruz. Aslında misyonumuz edebi bir misyon değil sadece, hayata dair bir misyon. Şu anda Giovanni Scognamillo’ya adanan bir öykü yarışması tasarlıyoruz. Çok önemsediğimiz bir yarışma çünkü FABİSAD’daki birçok yazar, zamanında Nostromo ve Gençlik Kitabevi’nin yarışmalarıyla ortaya çıkmış, kitaplarını yayımlatabilmiş isimler. Artık Gençlik Kitabevi o yarışmayı yapmıyor, Nostromo yok. O yüzden biz böyle bir yarışma düzenliyoruz ve daha önce kimsenin adını duymadığı çok iyi yazarlar keşfedeceğimizi düşünüyoruz. Fantastik eylemlerimiz devam edecek!