21 Mart 2014 Cuma

Sabit Fikir, Mart 2014

GİO Ödülleri'yle Başka Hayaller Mümkün


Nilay Kaya

Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği (FABİSAD) 2012 yılında kurulduğunda Türkiye'de bir ilki gerçekleştirmişti. Sadece edebiyatta değil, çizim ve sinema alanında da hayal gücünün sınırlarını genişletmeyi hedef alan eserlerin üretilmesinde hatırı sayılır bir adım atmıştı. Dernek kurulduğu ilk zamanlarda başlıca hedeflerinden biri de her yıl bir yarışma düzenleyerek yeni kalemlerin, çizerlerin, sinemacıların ortaya çıkmasına destek olmaktı. Çok geçmeden, 2013 yılında bu hedef gerçekleşti ve derneğin onur üyelerinden biri olan Giovanni Scognamillo'ya ithafen GİO Ödülleri verilmeye başlandı. Yarışmada ödül alan ve almayan on yedi öykülük bir derleme olan GİO Ödülleri 2013 Seçilmiş Öyküler adlı kitap ise bu yarışmanın fantastik, bilimkurgu, korku sanatları alanına yaptığı katkıyı daha da taçlandırmış durumda. Derneğin kurucu üyelerinden Barış Müstecaplıoğlu ile Kutlukhan Kutlu'nun editörlüğünde  hazırlanan kitap şimdiye kadar Türk edebiyatında örneğine rastlamadığımız bir seçki niteliğinde.

Kitaptaki on yedi öyküyü okuduğumuzda editörlerin bu seçmeyi hazırlamakta ne kadar zorlandıklarını tahmin etmek zor değil, zira onlar da kitaba yazdıkları giriş yazılarında bu duruma özellikle değiniyorlar. Bu yarışma başlamadan önce tahmin ettikleri başvuru sayısından çok daha fazla başvuruyla karşılaştıklarını, seçmelerin onlar için ne kadar zor olduğunu belirtiyor, bu kitaba girecek öyküleri seçerken kitaba dahil edemedikleri başka öyküleri de anmaktan geri kalmıyorlar. Ödüllerin başlarına hangi ödülleri aldıkları belirtilmeseydi hangilerinin ödül aldığını tahmin etmekte zorlanırdınız çünkü edebi nitelik açısından birbirlerinden çarpıcı nitelikte öykülerle karşı karşıyayız. Barış Müstecaplıoğlu sunuş yazısında öyküleri değerlendirirken ne gibi kriterlere dikkat ettiklerini belirtiyor: Bilimkurgu, fantastik ve korku alanında kalem konuşturmak, özgün dünyalar yaratmak için dünyaya karşı algıların açık olması, yeni insanları, yerleri, doğayı araştırıp tanımak gerektiğini belirtiyor, karakter yaratmanın önemini ve bunun için başlıca ipuçlarını veriyor. Müstecaplıoğlu, edebiyat metinlerinde bir alt metnin olması gerektiğine inananlardan ama bu alt metnin "Yazarın burada bize vermek istediği mesaj nedir?" sığlığında bir yaklaşıma denk gelen mesaj kaygısının öne geçtiği metinlere dönüşmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Çarpıcı, düşündürücü ve derin duygular bırakıcı sonların, dilin yetkin bir şekilde kullanımının önemine dikkat çekiyor. Aslına bakılırsa Müstecaplıoğlu'nun "GİO Ödülleri: Bir Hayalin Peşinde" başlıklı bu beş sayfalık yazısı, sadece bilimkurgu, fantastik, korku alanında değil genel olarak kurmaca metinlerin oluşumundaki yapıtaşlarını haftalarca süren yaratıcı yazı atölyelerinden belki de daha iyi özetliyor.

Ödüllere adını veren, Türk sinemasına yapım, yönetim, yazarlık hatta oyunculuk alanında yeri doldurulamayacak bir emeği geçmiş olan ülkemizin 'karanlıklar prensi' Giovanni Scognamillo'yu kitabın başında bir kez daha tanıdıktan ve Kutlukhan Kutlu'nun ödüllerin, yaratmanın doğasını dair Cheshire kedisinden ilham alarak özgün bir şekilde anlattığı yazısından sonra ülkemizde bilimkurgu, fantastik ve korku edebiyatı alanı adına beklediğimizden daha çok umutlanmamız gerektiğini kanıtlayan genç öyküleri okuma şansı ediniyoruz. Her biri yaratıcılık anlamında birbirinden özgün nitelikler taşıyan bu öykülerin en dikkat çekici özelliği aynı zamanda editörlerin de altını çizdiği şekilde dil kullanımlarının son derece rafine ve bu rafinelikten doğan bir güzellik içermeleri. Edebiyat icraamızda dili etkili bir şekilde kullanmak adına çoğu zaman gevezeliğe ve süslü bir anlatımın yanıltıcı cazibesine kapılan genç yazarlarımızın aksine bu öykülerin yazarlarının mevzubahis edebi türün klasikleşmiş yazarların dilini özümsediklerini, onları taklit etmeden kendi dillerini  de oluşturduklarını rahatlıkla ve memnuniyetle söyleyebiliyoruz. Aynı başarılı özümsemeyi, klasik yazarlara, sinemaya ve popüler kültür yapıtlarına yaptıkları göndermelerde de görmek mümkün. Örneğin yarışmada birincilik ödülü alan Gülbike Berkkam'ın yazdığı "Balanka Olmak" adlı öykü, dehasını kıskandığı bir yazarın zihnini ele geçirmeye çalışan bir yazarın yaşadıklarını konu edinirken ister istemez 1999 yapımı, Charlie Kaufman'ın senaryosunu yazıp Spike Jonze'un yönettiği unutulmaz Being John Malkovich/ John Malkovich Olmak filmini anımsatıyor. Ne var ki öykü, filmin orijinal fikrinden bilinçli olarak etkilense de etkilenmese de benzerlik gösteren bir fikrin gerek yerelleştirilerek gerekse özgün bir olay örgüsü eşliğinde lezzetli bir şekilde evrimleşmesine bir örnek niteliğinde.

Benzer bir durum, Başarı Ödülü alan Gürkan Uluçhan'ın "Morgue Sokağı'ndaki Morgda Yaşananlar" adlı öyküsünde de kendini gösteriyor. Başlığından da anlaşılacağı üzere Edgar Allan Poe'nun "Morgue Sokağı Cinayetleri"nden 'el alan' öykü, korku filmi klasiklerine şık göndermeler de yaparak morgçu bir kız ve bir hastabakıcı arasında geçen ilişki üzerinden, ölüme, gündemimize de oturan "nekrofili" kavramına, aşka dair damağımızda unutulmayacak bir edebi lezzet bırakıyor. Görsellikten güçlenen atmosferiyle zihnimizde bir sinema perdesi açıyor ki edebiyat metnindeki sinematografik özellik kitaptaki çoğu öyküde de kendini gösteriyor. Zihninizde oluşan görsel dünyayla sınırlı kalmayıp bu öyküleri gerçek sinema perdelerinde göresiniz geliyor. Tam bu noktada, GİO Ödülleri'ne katılmış çizimlerin başarısına dikkat çekmeli ve onların arasından seçilmiş örneklerin kitabın tasarımına katkıda bulunduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Belki ilerleyen yıllarda bu çizimleri kitabın içinde, öykülere eşlik ederken de görebiliriz.

Özellikle korku sinemasında son yıllarda ülkemizde baştacı edilen ve artık kabak tadı vermeye başladığını söyleyebileceğimiz İslami motiflerden beslenme eğilimi bu öykülerde neredeyse hiç karşımıza çıkmıyor. Korku unsuru yakalamak için elimizde halihazırda bulunan inler, cinler, periler, lanetler paketine ihtiyacımız olmadığını kanıtlayan, hayranlık uyandırıcı öyküler var bu kitapta. Sevgi Saygı'nın "Bebek" adlı öyküsü ve Mehmet Berk Yaltırık'ın "Kumarcı Bahattin"i hem tarihsel anlatıdan hem gelenekten beslenen hem de çağdaş olabilen güzel ve akılda kalıcı örnekler. Ali Aslankan'ın "Doğum" adlı öyküsü "En güzel kadın ölü kadındır" gotik düsturunu hatırlatacak bir şekilde bir Ophelia güzellemesi, tüyler ürpertici güzellikte bir aşk hikayesi. Belma Fırat'ın "Duygudaşlık Terörü", Ümid Gurbanov'un "İntihar Odası", Nihan Sayın'ın "Araf" adlı öyküleri ise akıllıca ve zarif sistem eleştirileri sunarak son derece özgün, distopik bilimkurgu denemeleri.


Tıpkı editörlerin bu seçmeyi hazırlama sürecinde zorlandıkları gibi, bu yazıda da kitaptaki öykülerin hepsine ayrı ayrı yer verememek içimize sinmiyor. Verdiğimiz örneklerle ayırt edici özelliklerini sunmaya çalıştığımız bu öykülerin sadece bilimkurgu, fantastik ve korku alanı gibi Türk edebiyatında şimdiye kadar öksüz kalmış bu türe katkı sağlamakla kalmayıp genel olarak yazın dünyamızda kurmacanın ve hayalgücünün sınırlarını zenginleştirmek adına dikkate alınmaları gerektiğini söylemek hiç abartılı olmaz. Bu anlamda FABİSAD'ın 'fantastik eylemleri'ne şapka çıkarıyor, onları destekleyerek eylemlerinin devamlılığını diliyoruz.

15 Mart 2014 Cumartesi

Sabit Fikir, 3 Mart 2014

Tefekkür patikasında bir arkadaş olarak eşek


Eski bir Türk atasözü şöyle der: "Yaşamış eşek insan gibidir." Atasözünün yaşlandıkça bilgeleşen insana benzettiği eşeğin gerek Batı gerekse Doğu edebiyat tarihinin çeşitli metinlerinde insandan da bilge bir canlı olarak baş tacı edildiğine tanık oluruz. 15. yüzyılın Divan şairlerinden Şeyhî'nin hicve dayalıHarnâme'sinin kahramanı eşek, toplumsal adalet üzerine okuyucuya sorular sordurur. Cervantes'inDon Kişot'unda Sancho Panza'nın eşeği, daha doğrusu Sancho'nun ona "eşek" demek istemediği için sadece ismiyle bahsettiği "Karakaçan" zaman zaman romandaki diğer karakterlerden rol çalar. Bir gün bir cezire valiliği edinme vaadiyle Don Kişot'un peşine takılan Sancho Panza, o çok istediği valiliği (Düşes'in ona yaptığı bir 'eşek şakası' sonucunda) elde ettikten sonra iktidarın hiç de heves edilecek bir pozisyon olmadığını anlayıp soluğu eski mütevazı yaşamının simgesi gibi gözüken "Karakaçan"ının yanında alır. Bu yeniden bir araya geliş, kavuşmanın sevincini barındırmakla birlikte, Sancho'nun bir nevi aydınlanmasına işaret ettiği için de aslında Don Kişot'un en unutulmayacak sahnelerinden biridir. Don Kişot'un atı Rosinante ile Karakaçan'ın, ikisi de ayrı bir meczup olan sahiplerine eşlik ederken kurdukları dostluk Don Kişot'un gözünden kaçmaz ve iki hayvan arasındaki dostluğun neden insanlar arasında olamadığına dair bir soru sormasına neden olur.

Aylak Kitap tarafından yayımlanan, John Berger'in "Muhteşem bir kitap" olarak addettiği Eşeklerin Bilgeliği- Kaotik bir dünyada sükunet arayışıedebiyat dünyasında eşeğe verilen payeye paye katıyor. Hem de bunu edebi ve felsefi bir lezzet vererek yapıyor. Roman ve deneme arasında gidip gelen yapısıyla kitabın yazarı Andy Merrifield bizi kendi kişisel yolculuğuna davet ederken hayat-hakikat-sükunet üzerine huzurlu bir tefekküre dalmamızı da sağlıyor. Osmanlı toplumunda, öfke ve hakaret dürtüsüyle bir başkasına yönelik kullanılan "şeddeli eşek" (çift ş'li eşek) tabiri günümüz Türk toplumunda da "ş" harfi mümkün olduğunca çok vurgulanarak kullanılmaya devam ediyor. Oysa edebiyatçılar için durum farklı: Merrifield'ın kitabında kelimenin sözlük anlamıyla da çıktığı yolculukta eşeği Gribouille onun Fransa patikalarındaki yoldaşı olmakla birlikte zihinsel yolculuğunda bir yol gösteren oluyor.

Kitabın yazarı Andy Merrifield coğrafya ve kent teorisi alanında uzman bir akademisyen. Yoksul bir Liverpool hayatından kopup gelerek büyük bir azimle akademik emellerine ulaşıyor ve İngiltere'nin, Amerika'nın çeşitli üniversitelerinde yıllarca hocalık yapıyor. 20. yüzyıl Fransız filozoflarının biyografilerini hazırlarken ilgi duyduğu Fransa, akademi ve şehir hayatından vazgeçip geri kalan hayatını geçirmeye karar verdiği ülke oluyor ve Merrifield Auvergne bölgesinde bir köye yerleşiyor.Eşeklerin Bilgeliği onun Gribouille adlı eşeği bir eşek çiftliğinden kiralayıp civardaki köylere doğru bir yolculuğa çıkmasını konu ediniyor. Bu yolculuk hikayesi, hâsılı bir yolculuk hikayesine yaraşır biçimde benliğe ve hayata dair sorgulamalar içeriyor. Merrifield, gündelik koşturmaca içinde tefekkür imkanı bulmak zor olduğundan, Freiburg civarında Kara Ormanlar'a karşı ahşap bir kulübeye çekilen Heidegger'den etkilenerek kendi tefekkür patikasına koyuluyor.

Edebiyattaki eşekler


Merrifield'ın koyulduğu tefekkür patikasının rehberi eşek Gribouille, her şeyden önce yazara üzerinde teorilerle uğraştığı kent yaşamının kaotikliğinden uzaklaşma fırsatı veriyor bütün sükunetiyle. Eşeğin kendine özgü sakin doğasını, karakteristik özelliklerini gözlemleyip dile getiren yazar, bu canlı üzerine düşünürken onun kutsal kitaplarda, çeşitli mitolojilerde, resimlerde, gravürlerde, filmlerde ve edebiyat yapıtlarında nasıl karşımıza çıktığını yolculuk sırasındaki çağrışımlarıyla keyifli bir dille aktarıyor. Hz. Muhammed'in yoldaşı olan ve o öldükten sonra intihar eden Yafur'dan, Sancho'nun eşeğine kavuşmasını "Barış Öpücüğü" adıyla resmeden 1863 tarihli Gustave Doré'nin elinden çıkma gravüre kadar eşeğin insanın imgelem dünyasında nasıl bir yer kapladığını açıklıyor.

Örneğin, Dostoyevski'nin meşhur budalası Prens Mışkin'in Basel pazarında duyduğu eşek anırması, Mışkin ve eşeğin saflığı üzerinden kurulan bir ilişkiyle birlikte düşünülecek olursa budalanın toplumdaki ayrıksı konumuyla ilgili vardığı aydınlanma anını gözler önüne serer. Amerikalı şair Anne Sexton 1962 yılında yatırıldığı akıl hastanesinde modern hayatın boca ettiği bütün duygulardan kurtularak tedavi olmak isterken Eşek Sırtında Kaçmak adlı şiiri yazar, aynı zamanda da bilinçdışını aktarmak adına yepyeni bir şiir anlayışı ortaya koyar. Şiirdeki ıstırap içindeki anlatıcı, "Açım ben açım, Anne, Anne, / Bin eşeğine kaç git sen" derken medeniyet ve toplum kaosundan kaçma özlemini dile getirir. George Orwell'in klasik romanı Hayvan Çiftliği'nin eşek karakteri İhtiyar Benjamin ise, tabi olunan düzenin çarklarının nasıl işlediğinden haberdar olan bilge bir karakterdir.


Merrifield'ın yol boyunca aklından çıkmayan, yer yer göndermelerde bulunduğu bir başka referans noktası da Robert Bresson'un 1966 yapımı Au Hasard Balthazar/ Rastgele Balthazar adlı filmi. Merkezine Balthazar adlı eşeği yerleştiren filmin hikayesi eşeğin insanlar tarafından uğradığı zulme ve bu zulüm üzerinden insanın doğasına dair kabul edilmesi işe gelmeyen yaşamın acı gerçeklerine dairdir. Merrifield'in yolculuk boyunca filmden anımsadığı sahneler insan ırkının yanında safiyet konusunda bir sıfır önde giden eşekler hakkında bizi daha çok düşündürürken, bir yandan da bir Bresson okumasıyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Öte yandan, kitabın bir göndermeler yığınından ibaret olmadığının altını çizmek gerekiyor. Kendisini sükunet içinde dinleyen birine içini dökmek, Fransızcasını geliştirmek adına onunla konuşmak da dahil olmak üzere Merrifield'ın eşek Gribouille ile kurduğu ilişki, geçmişini ve bugün olmak istediği yeri sorgulayıp saptamasında büyük bir yardımcı niteliğinde. Bu yüzden yazar çağrışımlara dayanarak yer yer geçmişte yaşadıklarına gidiyor, yazının başlarında adını andığımız Heidegger gibi çeşitli filozofların görüşleri üzerinden kendini ve her birimizin empati kurabileceği şekilde varoluşumuzu tartışıyor. Merrifield okuyucuyla tatlı bir sohbet edercesine, kıvrak ama en güzeli, mütevazı zekası ve mizah duygusuyla bizi bu yolculuğa dahil ediyor. Huşu ve dinginlik içinde yürürken Gribouille'un bir tür "eşek nirvanası" vecdinde olduğunu söyleyen bir yazarın mizah ve dil yeteneğinin hakkını vermek gerekiyor.

Merrifield, Gribouille'la çıktığı yolculuğun ona eşsiz bir hayat bilgisi kazandırdığını söylerken onu anlamamak ve ona imrenmemek elde değil çünkü Sancho'nun valilikten, iktidardan vazgeçip koşarak eşeğine sarılmasına benzer bir şekilde Merrifield da hayatı boyunca hayalini kurduğu, sonunda ulaştığı kent yaşamı ve entelektüel camianın rekabet, kibir ve hırsla örülü kaotikliğinden bunalarak, huzuru bir eşeğin sadelik ve sükunetle örülü yoldaşlığında, köyde, patikalarda buluyor. Bu sonuç en azından "bir eşeğin sırtına binip kaçmak isteyenlerin" anlayacağı bir durum gibi gözüküyor.