30 Nisan 2015 Perşembe

Aç Köpekler & Sermet Yeşil


İyi ki sinema var da tiyatro sahnelerinde nevi şahsına münhasır oyun parçalayan yetenekleri keşfedebiliyoruz, özellikle de tiyatroyla ilişkilerimiz mesafeliyse. Reha Erdem'in Kosmos'uyla tanıma şansına erdiğimiz Sermet Yeşil (yirmi yıldır sahnede) bu yeteneklerden biri işte. Onur Ünlü'nün Şubat'ıyla TV'de de arz-ı endam edip gönlümüzü fethedince İstanbul'un çeşitli tiyatro gruplarında oynadığı oyunları takip edip Kadis Has Sahnesi olsun (Savaş oyunuyla), Kumbaracı 50 olsun peşinden koşturmak bende hobi haline geldi.

Dün izlediğim Aç Köpekler, Kumbaracı 50'de oynanan Mirza Metin'in yazdığı bir oyun. Sermet Yeşil, Beşir-Beşer kardeşte ya da kardeşlerinde tek kişilik bir performans sergiliyor. Oyun pek alışık olmadığımız üzere Kürtçe altyazıyla gösteriliyor. Ülke yıllardır bölücülüktür, eşitliktir, halkların bir türlü yakalanamayan kardeşliğidir hezeyanlarıyla çalkalanadursun (seçimler de yaklaşmışken, bünyede başağrıları ayyuka...) en iyisi her zaman bireylerin hikayelerine kulak vermek. Milliyetçilik ajistasyonlarına dönüşen meselelere 'insan' üzerinden yaklaşmaya çalışmak. Bu anlamda Mirza Metin'in metni empatiyse empati, sorgulatmaksa sorgulatmak, duygusal etkisiyse maksimumundan, ortalama 80 dk'lık bir tiyatro oyunu için gereken her şeyi yerine getiriyor. Bas bas bağırmıyor, avangard ya da deneysel olacağım diye kendini paralamayıp anlamsız boşluklar yaratmıyor; metnin kendisi ve Sermet Yeşil'in şahane oyunculuğu tek başına alıp yürüyor.

Sermet Yeşil beyefendiye gelince, kendisinin içinde bir tiyatrocu Hulk'ı var, artık iyice ikna oldum, daha ne diyeyim. Nerd Nilay'ın performans değerlendirmesi ancak böyle olur.

"... sizi kardeş olmaya mahkum ediyorum." Drama dersi veriyor olsaydım, sınav sorusu yapacağım cümle. TV kanallarında, seçim kampanyalarında dört dönen siyasetçilerin ise üzerine düşünmeye bile yeltenmeyeceği altı çizilesi bir cümle.

İyi ki yazıyorsunuz, iyi ki oynuyorsunuz, peşinizdeyiz.

16 Nisan 2015 Perşembe

Blog'a dönüş girişimi

Doktoradır, ev taşımadır, çeviridir, yazılardır derken blogger'a bakmayalı bile bir yıl olmuş, bırakınız yazmayı. Amme hizmeti gören telif yazılar bir yana, blog yazmanın yeri ayrıydı halbuki...

Bilenler bilir, Suadiye'deki CTC Eğitim'de iki yıldır şahane bir edebiyat atölyesi sürdürüyorum. Sayıları ortalama 10 muhteşem kadın şimdiye kadar gördüğüm en tutkulu, kendilerinin farkında ve kendilerini her daim yenileyen, gerek hayat memat gerekse edebiyat anlamında da bana çok şey öğreten eşsiz öğrenciler. Şimdiye kadar yaptığımız okumalar, Batı ve Türk klasiklerinden, Dünya Edebiyatına, tematik roman listelerinden, sürprizli şiir okumalarına geldi gitti... Bu yıl kendilerine fahri Karşılaştırmalı Edebiyat doktorası verdirmeye kararlılar ve beni lisans dönemimin ilk yıllarına götürerek, mitolojiden tarih ve edebiyata, Batı medeniyeti tarihinden metin analizine, tragedyalardan sonelere, temel bir tedrisat disiplinine soktular. Belki de blog'da derslerle ilgili izlenimlere, yaptığımız okumalara değinebilirim bundan sonra, kısmet :)

Bu hafta Hümanizmanın aydınlık derinliklerinde seyrediyoruz efenim. Erasmus, Deliliğe Övgü okuyoruz; "yaşasın delilik".

Ahmet Cemal'in önsözünden bir alıntı: "... gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir. (...) hakikati gülerek söylemek" ise başlıca yöntemdir.

* Görsel, dönemin resim üstadı 'Master' Hans Holbein'ın kitap için yaptığı çizimlerden.