Phantom of the Opera sadece 19. yüzyıldan kalma gotik bir hikaye değil, basbayağı 80'lerin ruhunu da yansıtıyor. İngilizceyi ilk öğrendiğimiz çocuk yaşlarda beginner seviyesinde uyarlamalarını okuduğumuz gotik harikası Gaston Leroux'un romanından uyarlama bu müzikalin yıllar sonra böylesi bir etki yaratacağına izlemesem inanmazdım. Belki de hayatımıza 80'li yıllarda girmiş olmasının, malum, çocukluğumuzun o döneme denk gelmesinin de bu duygusal etkileşimlerde payı olabilir. Gotik öyle bir şey ki sevildiği her dönemde o dönemin ruhundan unsurlar da alıyor: 19. yy Paris operasındaki hayaletin söylediği şarkıların 80'lerin manyak synthesizer'larının new wave'liği ve kilise orgu ruhaniliğiyle birleşmesi başka nasıl açıklanabilir ki? Başka bir örnek için bkz. Kate Bush'un Wuthering Heights takıntısı.
Broadway müzikali, görmemişciklerin ibadet yeri Zorlu'ya gelince olanlar: "Avize kafamıza şimdi düştü düşecek", "Sahnenin önünde bir selfie'miz olsun", "Bilmemne reklam ajansındakiler A bloktan bilet almış" kaygılarını duymamak için kulaklarınızı sağa sola kapayıp müzikale kilitlenmezseniz benim gibi ruhiyeler için heba olabilir caaanım Hayalet.
Avize demişken... "Duvarda asılı bir silah varsa ille de patlayacak" diyen Çehov Efendi bu romanı okumuş muydu bilmiyorum ama bir nesne bir olay örgüsü içinde bu kadar bomba etkisi yaratabilir. Aşık olduğu Christine ile nişanlısının aşk düetlerini dinleyen Hayalet'in aynı şarkıları kendisine kabus gibi gelen hayalet şarkıları olarak yankı yankı duyuşu bence hayalet hikayesinin alaşağı edilişine erken bir örnektir. Kötü karakterin en acınası ve empati kurulası karaktere dönüşmesinin şahane bir biçimidir. Zavallı hayalet "A plague o both your house! / Çırağınıza od düşsün!" diye haykırırken onunla beraber coşarsınız. İşte bunlar hep Byron, Heathcliff sevgilerinden... Kanımıza kötü adam zehri bulaşmış, yapacak bir şey yok. Velhasıl, o avize ya düşecek ya düşecek ve bu sadece bir başlangıç!
İyi ki geldiler, dünya gözüyle izledik.