GİO Ödülleri'yle Başka Hayaller Mümkün
Nilay Kaya
Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği (FABİSAD) 2012
yılında kurulduğunda Türkiye'de bir ilki gerçekleştirmişti. Sadece edebiyatta
değil, çizim ve sinema alanında da hayal gücünün sınırlarını genişletmeyi hedef
alan eserlerin üretilmesinde hatırı sayılır bir adım atmıştı. Dernek kurulduğu
ilk zamanlarda başlıca hedeflerinden biri de her yıl bir yarışma düzenleyerek
yeni kalemlerin, çizerlerin, sinemacıların ortaya çıkmasına destek olmaktı. Çok
geçmeden, 2013 yılında bu hedef gerçekleşti ve derneğin onur üyelerinden biri
olan Giovanni Scognamillo'ya ithafen GİO Ödülleri verilmeye başlandı. Yarışmada
ödül alan ve almayan on yedi öykülük bir derleme olan GİO Ödülleri 2013 Seçilmiş Öyküler adlı kitap ise bu yarışmanın
fantastik, bilimkurgu, korku sanatları alanına yaptığı katkıyı daha da
taçlandırmış durumda. Derneğin kurucu üyelerinden Barış Müstecaplıoğlu ile
Kutlukhan Kutlu'nun editörlüğünde
hazırlanan kitap şimdiye kadar Türk edebiyatında örneğine
rastlamadığımız bir seçki niteliğinde.
Kitaptaki on yedi öyküyü okuduğumuzda editörlerin bu seçmeyi
hazırlamakta ne kadar zorlandıklarını tahmin etmek zor değil, zira onlar da
kitaba yazdıkları giriş yazılarında bu duruma özellikle değiniyorlar. Bu
yarışma başlamadan önce tahmin ettikleri başvuru sayısından çok daha fazla
başvuruyla karşılaştıklarını, seçmelerin onlar için ne kadar zor olduğunu
belirtiyor, bu kitaba girecek öyküleri seçerken kitaba dahil edemedikleri başka
öyküleri de anmaktan geri kalmıyorlar. Ödüllerin başlarına hangi ödülleri
aldıkları belirtilmeseydi hangilerinin ödül aldığını tahmin etmekte
zorlanırdınız çünkü edebi nitelik açısından birbirlerinden çarpıcı nitelikte
öykülerle karşı karşıyayız. Barış Müstecaplıoğlu sunuş yazısında öyküleri
değerlendirirken ne gibi kriterlere dikkat ettiklerini belirtiyor: Bilimkurgu,
fantastik ve korku alanında kalem konuşturmak, özgün dünyalar yaratmak için
dünyaya karşı algıların açık olması, yeni insanları, yerleri, doğayı araştırıp
tanımak gerektiğini belirtiyor, karakter yaratmanın önemini ve bunun için başlıca
ipuçlarını veriyor. Müstecaplıoğlu, edebiyat metinlerinde bir alt metnin olması
gerektiğine inananlardan ama bu alt metnin "Yazarın burada bize vermek
istediği mesaj nedir?" sığlığında bir yaklaşıma denk gelen mesaj
kaygısının öne geçtiği metinlere dönüşmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Çarpıcı,
düşündürücü ve derin duygular bırakıcı sonların, dilin yetkin bir şekilde
kullanımının önemine dikkat çekiyor. Aslına bakılırsa Müstecaplıoğlu'nun
"GİO Ödülleri: Bir Hayalin Peşinde" başlıklı bu beş sayfalık yazısı,
sadece bilimkurgu, fantastik, korku alanında değil genel olarak kurmaca
metinlerin oluşumundaki yapıtaşlarını haftalarca süren yaratıcı yazı
atölyelerinden belki de daha iyi özetliyor.
Ödüllere adını veren, Türk sinemasına yapım, yönetim,
yazarlık hatta oyunculuk alanında yeri doldurulamayacak bir emeği geçmiş olan
ülkemizin 'karanlıklar prensi' Giovanni Scognamillo'yu kitabın başında bir kez
daha tanıdıktan ve Kutlukhan Kutlu'nun ödüllerin, yaratmanın doğasını dair
Cheshire kedisinden ilham alarak özgün bir şekilde anlattığı yazısından sonra
ülkemizde bilimkurgu, fantastik ve korku edebiyatı alanı adına beklediğimizden
daha çok umutlanmamız gerektiğini kanıtlayan genç öyküleri okuma şansı
ediniyoruz. Her biri yaratıcılık anlamında birbirinden özgün nitelikler taşıyan
bu öykülerin en dikkat çekici özelliği aynı zamanda editörlerin de altını
çizdiği şekilde dil kullanımlarının son derece rafine ve bu rafinelikten doğan
bir güzellik içermeleri. Edebiyat icraamızda dili etkili bir şekilde kullanmak
adına çoğu zaman gevezeliğe ve süslü bir anlatımın yanıltıcı cazibesine kapılan
genç yazarlarımızın aksine bu öykülerin yazarlarının mevzubahis edebi türün
klasikleşmiş yazarların dilini özümsediklerini, onları taklit etmeden kendi
dillerini de oluşturduklarını rahatlıkla
ve memnuniyetle söyleyebiliyoruz. Aynı başarılı özümsemeyi, klasik yazarlara,
sinemaya ve popüler kültür yapıtlarına yaptıkları göndermelerde de görmek
mümkün. Örneğin yarışmada birincilik ödülü alan Gülbike Berkkam'ın yazdığı
"Balanka Olmak" adlı öykü, dehasını kıskandığı bir yazarın zihnini
ele geçirmeye çalışan bir yazarın yaşadıklarını konu edinirken ister istemez
1999 yapımı, Charlie Kaufman'ın senaryosunu yazıp Spike Jonze'un yönettiği
unutulmaz Being John Malkovich/ John
Malkovich Olmak filmini anımsatıyor. Ne var ki öykü, filmin orijinal
fikrinden bilinçli olarak etkilense de etkilenmese de benzerlik gösteren bir
fikrin gerek yerelleştirilerek gerekse özgün bir olay örgüsü eşliğinde lezzetli
bir şekilde evrimleşmesine bir örnek niteliğinde.
Benzer bir durum, Başarı Ödülü alan Gürkan Uluçhan'ın
"Morgue Sokağı'ndaki Morgda Yaşananlar" adlı öyküsünde de kendini
gösteriyor. Başlığından da anlaşılacağı üzere Edgar Allan Poe'nun "Morgue
Sokağı Cinayetleri"nden 'el alan' öykü, korku filmi klasiklerine şık
göndermeler de yaparak morgçu bir kız ve bir hastabakıcı arasında geçen ilişki
üzerinden, ölüme, gündemimize de oturan "nekrofili" kavramına, aşka
dair damağımızda unutulmayacak bir edebi lezzet bırakıyor. Görsellikten
güçlenen atmosferiyle zihnimizde bir sinema perdesi açıyor ki edebiyat
metnindeki sinematografik özellik kitaptaki çoğu öyküde de kendini gösteriyor. Zihninizde
oluşan görsel dünyayla sınırlı kalmayıp bu öyküleri gerçek sinema perdelerinde
göresiniz geliyor. Tam bu noktada, GİO Ödülleri'ne katılmış çizimlerin
başarısına dikkat çekmeli ve onların arasından seçilmiş örneklerin kitabın
tasarımına katkıda bulunduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Belki ilerleyen
yıllarda bu çizimleri kitabın içinde, öykülere eşlik ederken de görebiliriz.
Özellikle korku sinemasında son yıllarda ülkemizde baştacı
edilen ve artık kabak tadı vermeye başladığını söyleyebileceğimiz İslami
motiflerden beslenme eğilimi bu öykülerde neredeyse hiç karşımıza çıkmıyor. Korku
unsuru yakalamak için elimizde halihazırda bulunan inler, cinler, periler,
lanetler paketine ihtiyacımız olmadığını kanıtlayan, hayranlık uyandırıcı
öyküler var bu kitapta. Sevgi Saygı'nın "Bebek" adlı öyküsü ve Mehmet
Berk Yaltırık'ın "Kumarcı Bahattin"i hem tarihsel anlatıdan hem
gelenekten beslenen hem de çağdaş olabilen güzel ve akılda kalıcı örnekler. Ali
Aslankan'ın "Doğum" adlı öyküsü "En güzel kadın ölü kadındır"
gotik düsturunu hatırlatacak bir şekilde bir Ophelia güzellemesi, tüyler
ürpertici güzellikte bir aşk hikayesi. Belma Fırat'ın "Duygudaşlık
Terörü", Ümid Gurbanov'un "İntihar Odası", Nihan Sayın'ın
"Araf" adlı öyküleri ise akıllıca ve zarif sistem eleştirileri
sunarak son derece özgün, distopik bilimkurgu denemeleri.
Tıpkı editörlerin bu seçmeyi hazırlama sürecinde
zorlandıkları gibi, bu yazıda da kitaptaki öykülerin hepsine ayrı ayrı yer
verememek içimize sinmiyor. Verdiğimiz örneklerle ayırt edici özelliklerini
sunmaya çalıştığımız bu öykülerin sadece bilimkurgu, fantastik ve korku alanı
gibi Türk edebiyatında şimdiye kadar öksüz kalmış bu türe katkı sağlamakla
kalmayıp genel olarak yazın dünyamızda kurmacanın ve hayalgücünün sınırlarını
zenginleştirmek adına dikkate alınmaları gerektiğini söylemek hiç abartılı
olmaz. Bu anlamda FABİSAD'ın 'fantastik eylemleri'ne şapka çıkarıyor, onları
destekleyerek eylemlerinin devamlılığını diliyoruz.