27 Eylül 2011 Salı


Arayı açmadan devam edeyim...

Üniversiteden arkadaşım Ege her hafta blog'undan paylaştığı zen deneyleri önerilerinde bu hafta duyduğumuz seslere odaklanmamızı, kulaklarımızı kocaman açarak mevzubahis duyumuzu en konsantre halinde yaşatmamızı salık veriyor. (Bu arada bu sabah otobüste gelirken bu deneyi koku duyumuz üzerinden yapmaya çalıştığımızı düşünüp güldüm kendi kendime. Türkiye'de!) NBC'nin son filmi Egeciğin ses odaklı deneyini de otomatikman hatırlattı. Yönetmenimizin ses konusundaki takıntısı malum, Bir Zamanlar Anadolu'da da odaklanma ve farkına varma hali sesi en ileri boyutta ayrıştırarak gerçekleştiriyor kendisi. Toprak, rüzgar, gökgürültüsü, yağmur, karıştırılan çay kaşığı, ağız şapırtısı, araba motorunun sesi, anlaşılamayan mırıltılar... Her birine teker teker yoğunlaşma ve bunları duyurma çabası anlatmaya çalıştığı hikayeyi nasıl ve neden anlattığını da gösteriyor gibi sanki. "Bir zamanlar Anadolu'nun bozkırında görev yapan bir doktor varmış." Bir hikayeye başlamak için yerinde bir girizgah. Bir masal girişiyle taçlandırılmış gerçekliğin dibine kadar vurgulandığı bir hikaye. Nitekim o Anadolu sahnesinde karşımıza çıkan olay, manzara, karakterler her şey dış dünyamızla fazlasıyla ve birebir örtüşmekte, anlatım dili de sapına kadar cinema verite. Orada o uzak kırsalda yaşananlar birer Anadolulu olan çoğumuzun malumu değil mi? Asıl mesele de bu değil zaten, en kaba saba haliyle insan olma hali. Yani en çok büyük addettiğimiz edebiyatçıların anlamaya ve anlatmaya uğraştığına benzer bir insan olma hali. Cannes vesilesiyle fikir yumurtlayan ecnebi eleştirmenlerin tabiriyle film "edebi, Dostoyevski tadında vs." keza. Hah ben de Murathan Mungan'ın Cenk Hikayeleri'ni hatırladım mesela. Şehirden uzaklaşıp bozkıra gittikçe çıplaklığı daha bir görünür hale gelen insan ruhu. Filmdeki ruhlar da her bir ses dalgası gibi ince ince ayrıştırılarak, yeterli ama etkili dozda sergileniyor.
Nuri Bilge Ceylan bu filmin standart dışı bir film olmasını istediğini söylüyor. 177 dakikalık süreyi dayandırdığı en temel nokta da bir romancı gibi özgür olma isteği. Nasıl ki bir romancı istediği uzunlukta yazabilir, ben de bunu yapabilmeliydim, diyor. Nitekim kendisi filmini "izlenmesi zor" olarak nitelendiriyor ama galiba bu noktada zaten onun filmlerini izlemeye teşne kitleyi kast etmediği belli. Tiyatro izler gibi izledik valla. Tiyatrodan kastım bu ruhsal epik anlatının diyalog, mizah ve herkesin teker teker sahneye çıkıp rolünü oynayıp çekilmesi bağlamında son derece teatral ve de kolay izlenebilir oluşu.

"Neden filmde doğru dürüst kadın yok?" diyenlere cevap veresim hiç yok. "Nasıl yok?" diyeyim, geçeyim. Benim androjen damarımı kabartmayın.

"Sanat hakikati anlatmaya çalışan bir yalandır" demişti Picasso. Bkz. Bir Zamanlar Anadolu

2 yorum:

  1. Filmi hala izlemedim ama çok çok merak ediyorum. Muhtemelen sinemada da göremeyeceğim. Sonra artık DVD'sini falan alırım. Üç Maymun'la beni epey şaşırtmıştı, bence tam yerinde ve zamanında bir değişiklikti sineması için. Sinemasındaki yeni kasvet bana şunu hatırlatıyor: "İnsana özgü hiçbir şey bana yabancı değil."

    YanıtlaSil