31 Ocak 2012 Salı

İyi Kitap Sayı 34, Başka Bir Yazı



Herkesin Noel Baba’sı kendine…
Yılbaşı yaklaşırken çocukluğumuza da uzanalım dedik ve biraz nostaljik bir seçimle ünlü Ayşegül serisinin yılbaşı konulu bir kitabını seçtik. Gene Belçika menşeli başka bir dizi olan Ece ile Efe’yle ise günümüzde yılbaşı kavramının alabileceği, zengin mesajlarla bezeli evreni size getirdik.


Yaklaşmakta olan yılbaşı ruhuna çocuklarımızla birlikte, Belçika’dan kütüphanelerimize misafir olan iki kitapla girebiliriz. Bu kitaplardan birisi, çocukluğumuzun Ayşegül’ünden (orijinal adı Martine) macera dolu bir yılbaşı hikâyesi; Ayşegül, Yılbaşı Sürprizi. Bir diğeri ise Catherine Metzmeyer’in Türkçeye Ece ile Efe olarak dönüşen kahramanları, Zoé ve Théo serisinin yılbaşı temalı kitabı; Ece ile Efe, Sürprizlerle Dolu Bir Yılbaşı. Antik adıyla Myra’da, bugün Antalya’ya bağlı olan Demre ilçesinde doğduğu rivayet edilen Noel Baba’nın kökeni ve varlığının sorgulanabilirliği, yılbaşını yeni bir heyecan ve hayal penceresi olarak görmek isteyen çocuklarla yetişkinlerin yılbaşı keyfine zeval vermemeli.

Biz yetişkinler de her sene yeni yılı karşılarken, kendimiz ve sevdiklerimiz için yeni umutlar besler, yeni kararlar alıp birbirimize iyi dilekler sunarken, bu alışkanlığımızı pekâlâ metaforik bir Noel Baba ritüeli olarak görebiliriz.

BAŞINDA DALLARI OLAN İNEK
Ayşegül, Yılbaşı Sürprizi kitabının öyküsü, Ayşegül’ün yılbaşı için hediye olarak bir çift buz pateni hayal etmesiyle başlıyor. Buz patenlerine nasıl kavuşacağını düşünmekten gözlerine uyku girmeyen Ayşegül, erkek kardeşi Orhan’la kafa kafaya verip Noel Baba’yı telefon defterinde aramayı akıl ediyor.

Kendi çocukluğunda Alman buz paten şampiyonu Katarina Witt’in her türlü gösterisini hayranlıkla izleyen, özellikle de Witt 1988 yılında bir buz pateni pistinin açılışı için Ankara’ya geldiğinde buz pateni aşkı iyice kabaran biri olarak, Ayşegül’ün bu tutkusunu anlamamak mümkün değil. Hediyeye ulaşma serüveninin nasıl geliştiğini ve sonuçlandığını bu yazıda açık etmek olmaz, ama Ayşegül’ün köpeği Fındık ve arkadaşlarıyla birlikte tesadüfen buldukları, şatoya benzeyen bir çiftlik evine girmelerinin, onları Noel Baba’ya yaklaştıracak, biraz masal biraz gerçek bir kapı açtığını söyleyelim. Bu arada, serinin diğer kitaplarında olduğu gibi, Ayşegül’ün köpeği Fındık’ın bütün sevimliliğinin üstünde olduğu; çocukların ona verdiği sevgi ve önemin, bizler gibi apartman çocuklarında, “keşke evde benim de bir köpeğim olsa” arzusunu perçinlediği kesin. Ama çocukların ilk kez karşılaştıkları ve Orhan’ın “başlarında dalları olan bir inek” diye nitelendirdiği ren geyiklerini apartmana almaktan bahsetmiyoruz elbette! Yine de bu yılbaşında, güzel bir ormanın ortasında arkadaşlarıyla gezen ren geyiklerini bir gün canlı canlı görmeyi ve daha bir sürü şeyi hayal edebiliriz. Ne demişler? Hayal etmek istemenin yarısıdır.

YILBAŞI KOKUSU
Okul öncesi çocuklarına hitap eden diğer kitabımız Ece ile Efe, Sürprizlerle Dolu Bir Yılbaşı ise Noel Baba’nın kimliğini deşifre etmeden iki sevimli kahramanın yılbaşı hayallerini gerçek kılıyor. Kitabın başlığındaki sürpriz ifadesi boşuna değil, çünkü yılbaşını büyükanne ve büyükbabasının evinde kutlamak üzere ailesiyle birlikte yola çıkan Ece ile Efe, hava muhalefeti nedeniyle bir benzin istasyonunda mahsur kalıp yılbaşı gecesini orada geçirmek zorunda kalıyor.

Çocuklar için hayal kırıklığı yaratan bu beklenmedik durum, içeri tuhaf ve komik görünüşlü, aksakallı bir dedenin girmesiyle (Bilin bakalım kim?) güzel sürprizlerle dolu bir yılbaşı kokusunun solunduğu bir geceye dönüşüyor. Beklenmedik durumlar, sanıldığından çok daha güzel sürprizlere gebe olabilir, diye düşünüyor insan. Önemli olan, Noel Baba’nın varlığı ya da yokluğu, bir çam ağacımızın olup olmaması, yılbaşı geleneğinin Batılı ya da Doğulu mu olduğu değil; belki de mühim olan, istediğimiz her şeye sahip olmak değil de hayal kurmak, umut etmek ve başta sevdiklerimiz olmak üzere sahip olduklarımızın değerinin farkında olmak… Tıpkı Ayşegül ve dostları gibi, Ece ile Efe de bu nahif hakikati soğuk kış günlerini yılbaşı sıcaklığıyla ısıtarak usulca anlatıyorlar. Herkese mutlu yıllar!

Nilay KAYA

Ayşegül, Yılbaşı Sürprizi

Gilbert Delahaye

Resimleyen: Marcel Marlier

Çeviren: Füsun Önen Pinard

Yapı Kredi Yayınları, 20 sayfa


Ece ile Efe, Sürprizlerle Dolu Bir Yılbaşı

Catherine Metzmeyer

Resimleyen: Marc Vanenis

Çeviren: İlke Aykanat Çam

Tudem Yayınları, 16 sayfa

İyi Kitap Sayı 34



Beni bir de benden dinleyin...
Ünlü kişilerin yaşam öyküleri çoğu zaman hem eserleri kadar ilgi çekicidir hem de o eserleri kavrayışımıza katkıda bulunacak zengin ayrıntılarla doludur. Altın Kitaplar’dan çıkan “Benim Adım…” serisi, Cervantes ve Saint-Exupéry’nin hayatına işte bu gözle ışık tutuyor.


Altın Kitaplar son yıllarda karşımıza çıkan en eğlenceli ve aydınlatıcı (bu iki özelliğin bir aradalığı her zaman olumlu sonuçlanmayabiliyor) serilerden birisini huzurlarımıza sunuyor: “Benim Adım...” serisi. Bu üç noktayı kimlerle mi tamamlıyoruz? Şimdiye kadar seriden Leonardo Da Vinci, Marco Polo, Marie Curie, Mozart, Picasso, Albert Einstein, Shakespeare, Charlie Chaplin gibi ünlülerin kendi ağızlarından yaşam öykülerinin anlatıldığı, daha doğrusu yazarın böyle bir üslup içinde kaleme aldığı kitaplar yayımlandı.

DON KİŞOT’UN YARATICISI
Ressamlıktan bilim insanlığına, gezginlikten mucitliğe, müzisyenlikten yazarlığa ve aktörlüğe, çeşitli alanlarda tarihe damgasını vurmuş bu kişilerin yaşam öykülerini, tarih kitaplarında tekrarlanan kalıplaşmış anlatıların dışında bir biçimde sunması, bu kitapların en ilgi çekici özelliği. Başka insanların hayatını, bizzat o kişinin ağzından dinlemenin her şeyden önce anlatıya daha çok samimiyet kattığı bir gerçek. Üstelik hayatına tanıklık ettiğimiz kişinin başından geçen olaylar hakkında kendi yorumlarını öğrenmek, şimdiye kadar o kişiyle ilgili sahip olduğumuz bilgilere yenilerini ekleyip farklı bakış açıları kazandırıyor. Her ne kadar kitapların hepsinde kimin tarafından çizildiği belirtilmemişse de ünlülerin hayatlarındaki kilit anları canlandıran eğlenceli resimler de bu yaşam öykülerine zenginlik katıyor. Bu yazıda serinin, Farah Yurdözü’nün özenli çevirisiyle bizlere sunulan Benim Adım Miguel de Cervantes ve Benim Adım Saint-Exupéry adlı kitaplarını tanıtacağız.

Antonio Tello ile Óscar Julve, Benim Adım Miguel de Cervantes adlı kitapta, belki de gelmiş geçmiş en şöhretli şövalye olan Don Kişot’un yaratıcısı Cervantes’e, sanki bugün bizlerle sohbet ediyormuş etkisi uyandıran bir tarz içinde ses vermişler. Çok fazla şövalye romanı okuyup onların etkisinde kalarak kendisini şövalye zannetmeye başlayan ve yanına yardımcısı Sanço Panza’yı da alarak gerçek hayatın ona sunacağı yanılgılarla dolu hayalî bir âleme dalan La Mançalı Asilzade Don Kişot’un 16. yüzyılda yazılmış öyküsü, yazıldığı günden bu yana roman türünün atası olarak görülmekte. Yel değirmenlerini dev, alelade bir köylü kızını uğruna hayatını bahşedeceği bir leydi olarak algılamakta ısrar eden Don Kişot, gerçek dünya ile kurmaca arasındaki ince çizgiyi bizlere aynı incelikle gösteren bir kahraman oldu hep. Kitapta, Cervantes’in hayatında hangi evrelerden geçtikten sonra bu kahramanı yarattığına şahit olurken, başından geçen bir dizi olayın yazdıklarına nasıl yansıdığını da görüyoruz. Örneğin Don Kişot’ta yer alan “Tutsağın Öyküsü”nün ilham kaynağının, Cervantes’in 1575 yılında Cezayirli korsanlar tarafından beş yıl süreyle esir alınması olduğunu öğreniyoruz.

Don Kişot dışında, aralarında tiyatro oyunlarının da bulunduğu başka birçok esere de imza atan Cervantes’in inişli çıkışlı hayatının ayrıntılarını kendi ağzından öğrenirken, onu tarih kitaplarında adı geçen yazar olma özelliğinin dışında, tıpkı bizler gibi doğan, ölen, acı-tatlı deneyimler yaşayan ve yaşadıkça öğrenmeye devam eden kanlı canlı bir insan olarak algılama fırsatını buluyoruz.

KÜÇÜK PRENS
Dikkat dikkat sevgili okuyucular! Şimdi “Benim Adım...” serisinden en son çıkan kitap olan Benim Adım Saint-Exupéry’ye göz atmak için havalanıyoruz. Lütfen kemerlerinizi bağlayın. Yine bir yazarın yaşam öyküsüyle karşı karşıyayız. Bu defa hayatı boyunca dünyanın uçsuz bucaksız köşelerini uçarak gezmiş, bizlere gelmiş geçmiş en özel romanlardan birisi olan Küçük Prens’i kazandıran yazarımızın diğer mesleği olan pilotluğun ona sunduğu zenginliklere tanıklık etme şansımız da var. Bu kitapta da Saint-Exupéry’nin yaşam öyküsü bizzat kahramanının ağzından anlatılıyor.

Kitabın başında, “En çok tanınan karakterim olan prensle ortak bir yanımız var. Eğer bu kitabı sonuna kadar okumaya devam ederseniz ne olduğunu öğreneceksiniz,” diyen Saint-Exupéry’nin sarı saçları ve sarı atkısı, çıtkırıldım hali ve özenle büyüttüğü çiçeğiyle kendine ait bir gezegende tek başına yaşarken, dünyadaki bir çölde bir pilotun karşısında beliriveren Küçük Prens’i, bu kitap okunduktan sonra daha da anlam kazanıyor. Aynı zamanda savaş muhabiri, sinemacı ve mucit olduğunu öğrendiğimiz yazarın yaşadıkları, tıpkı ünlü kahramanı Küçük Prens’in yaptığı gibi, bize hayatın sunabileceği çeşitliliği ve kendi biricikliğimizi gösteriyor.

Serinin her iki kitabının bir başka güzel tarafı, kitapların sonunda, kişilerin yaşamının yanında, o kişinin yaşadığı yıllardaki tarihi olayların ve sanat/kültür alanındaki gelişmelerin de kronolojik sırayla verilmesi. Böylelikle yaşamı hakkında bilgi sahibi olduğumuz kişiyi zamanının dokusu içinde daha canlı ve derinlikli bir şekilde değerlendirebiliyoruz.

Nilay KAYA

Benim Adım Miguel de Cervantes

Antonio Tello, Óscar Julve

Çeviren: Farah Yurdözü

Altın Kitaplar, 64 sayfa


Benim Adım Saint-Exupéry

Meritxell Marti, Valenti Gubianas

Çeviren: Farah Yurdözü

Altın Kitaplar, 210 sayfa

29 Ocak 2012 Pazar

Mildred Pierce ve Cemile



Soğuk kış günlerinin kadim dostları diziler ardı ardına tüketiliyor. The Bing Bang Theory, American Horror Story, Enlightened, o, şu, bu derken en son Mildred Pierce'ı seyrettim. Belki uyarlandığı roman daha derli topludur ama dizi için aynı şeyi söylemek zor. Kurguyu toparlayamamalar, ucuz geçişler, karakterlerin can bulamaması, bütün bu zaafların içinden başarılı bir aktris olarak sıyrılmaya çabalayan bir Kate Winslet. Çabalayan diyorum çünkü iyi oyunculuk performansı için ortada iyi bir iş olması gerekir. "Senaryo berbat ama oyuncular mükemmel!" Öyle bir şey yok. Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin bahtsız Cemile'sinden bir adım ötede değil Mildred Pierce karakteri, kendimizi kandırmayalım. Bkz. kaderin sillesini fena yiyen kadın modeli.

16 Ocak 2012 Pazartesi

A Comedy of Errors, A Drama of Horrors, kafiye olsun diye...




3 saatlik open-book sınavlarda gözetmenlik yaparken çıkan gereksiz bağlantılar... Hikaye, Rana Tekcan'ın muhteşem çevirisiyle Türkçede de yayımlanan Mary-Charles Lamb kardeşlerin Shakespeare'den Hikayeler'ini okumamla başlıyor. Lamb kardeşler vesilesiyle Shakespeare'in şimdiye kadar okumadığım oyunlarından masal tadında sinopsislerle haberdar oldum. Bunların içinden Comedy of Errors bilhassa ilgimi çekti. Shakespeare'in hemen hemen tüm oyunları gibi deplasmanda geçiyor ve bu seferki mekan Efes civarları. Yazarın ilk oyunlarından olduğunu öğrendiğim Comedy of Errors, en farsa dayalı, en slapstick dokunuşlarla bezeli ve en keyifli ama bir o kadar da birbirine karıştırılan ikizler, onun bunun yerine geçen karakterler ve kelimenin tam anlamıyla kalabalık, dallı budaklı aile üyeleriyle en karışık oyunlarından biriymiş meğerse. Ciddi ciddi bir soy ağacı çıkartmak gerekiyor öncesinde ve okurken. Küçükken boş derslerde oynadığımız kim kiminle nerede ne yapıyor oyunlarının 'naif'liğinde bir de. O nasıl mutlu bir sondur, o bir ailenin huzurlu bir araya gelişi nasıl güzel bir tamamlanmadır! Beynimdeki muzur ve de lüzumsuz onu buna bağlama hücreleri hemen harekete geçiverdi ve yakınlarda sezon finalini yapan The American Horror Story'nin mutlak huzura eren ailesi geldi. Ancak öte dünyada gerçekleşen benzer bu huzur ise bir "drama of horrors" en sağlamından. Neredeeen nereye?