3 Ekim 2011 Pazartesi

Bir zamanlar Anadolu'da başka bir hikaye


Kafası karışık okuyucu için bir “Soru İşaretleri Cenneti” ve çözümsüzlüğün eseri olarak Yaban.

Milli Mücadele döneminin Anadolu köyüne ve köylüsüne retrospektif bir bakış atan Yaban hala üzerinde tartışılan bir roman olma özelliği taşıyor. Döneme yönelen bu retrospektif bakış, romanın ‘gerçekliği’ üzerine sorulara yol açarak, romanın ‘tezli bir roman’ mı yoksa Yakup Kadri’nin dediği gibi ‘çölde bir feryat’ mı olduğu yolundaki soruları da çeşitlendiriyor. Yazıldığı dönemden 70 yıl sonra romanı okuyan okuyucu için ise durum daha da karmaşıklaşıyor: Romanın odak noktası dönem ile araya daha çok mesafe giriyor, ‘gerçeklik’ mefhumu iyiden iyiye ikircikleniyor, dahası gerçekler bir kenara bırakılıp sadece metne bakılmaya kalkışıldığında bugünün okuyucusunun algı gardrobundaki üst üste binmiş roman teknikleri, okumaları ve alışkanlıkları kolay kolay bir kenara fırlatılamıyor. Kesin olan bir şey var ki, Milli Mücadele döneminde yazılmış olan ‘büyük politika’ ürünü romanlardan farklı bir doku ve tat var bu romanda. Kafası karışmış bugünün okuyucusunun bu yazıda ilgileneceği konu da bu farkın nerelerden kaynaklanıyor olabileceğidir, bu da roman üzerine bugüne kadar sorulmuş olan birtakım soruları gerekirse bir kez daha sormaya yol açacaktır.

70 yıl sonra okunduğunda bir Reşat Nuri Güntekin ya da Halide Edib romanı (sadece derste okuduğumuz romanlarını düşünmemiz yeterli) okuyucuda romanın güdümlülüğü, gerçekliği ya da roman anlayışı üzerine bu kadar kafa karışıklığına yol açmıyor. Büyük politikanın / idealin siparişi olduğu her hallerinden belli olan romanlar bunlar. Sadece karakterlere bakacak olursak bile, Ateşten Gömlek’in Ayşe’sinin mükemmelliğinin ve gerçekdışılığının yanında Yaban’ın Ahmet Celal’inin psikolojik bir gerçekliği olduğu kesin. Öte yandan, Ateşten Gömlek’in Anadolu’sunun çoraklığı ve çetinliği, Yeşil Gece’nin köylüsünün bağnazlığı ve din sömürücüleri tarafından baştan çıkarılmaları gibi yönler Yaban’da da görülüyor. Hatta bu iki özellik, Yaban’da o kadar grotesk boyutlara varıyor ki, soru işaretleri de tam bu noktada beliriyor: Bu aşırı iğrenme ve iğrendirme durumu büyük politikaya / ideale hizmet için mi var, yoksa tamamen Ahmet Celal’in aynı grotesk boyutta darmadağan olmuş psikolojisinin yansıması mı? Belki de yazar iki özelliği de harmanlamak istiyor, açık bir kapı bırakıyor. Nitekim romanın sonunda Ahmet Celal’in akıbetinin ne olduğunu bilmiyoruz. Bu bir Halide Edib ya da Reşat Nuri romanı olsaydı böyle bir ucu açıklık söz konusu olamazdı: Karakter ya Ayşe örneğinde olduğu gibi kutsal amaç uğruna şehit düşerdi, ya da Şahin Öğretmen gibi roman sonunda bilinmeyen diyarlara doğru yol alsa bile bundan sonra izleyeceği, kutsal amaç doğrultusundaki eğitim ışıklı yol kesin olurdu. Oysa Ahmet Celal, koskoca bir soru işareti bırakıyor okuyucuya: Ölecek mi? Ankara’ya, o cennet mekana mı gidecek? Ölümcül karamsarlığından silkinip o da başı haleli bir aydın mı olacak?...

Ramazan Kaplan da roman üzerine düşünürken şu soruları sorarak başlıyor yazısına: Ahmet Celal kimdir? Ve niçin köydedir? O, kendisini köye adamış bir ideal adamı mıdır? Yoksa tabiatın kucağında, sessiz bir köyde huzur arayan bir münzevi midir?[1] Şahin Öğretmen gibi milli savaşın eğitim kolunda nefer olmak üzere bilinçli olarak kırsala koşmamıştır o, fiziksel ve ruhsal sakatlıklarından kaçmak için kendi kendini köye ‘sürmüş’ gibidir daha çok. İnsanın hangi birini alıntılayacağını şaşırdığı köy ve köylü hakkındaki hayvansı, tiksinti verici, kasvetli imgeler onun psikolojik cerahati gibidir, sürekli akarak romanın tamamına yayılır, ‘pislik’ve ‘rahatsızlık’ duygusundan başka bir şey vermez. Üstelik daha köye gelirken, kafasında, peşin hükümle tasarlanmış bir köy imajı da vardır. Ona göre, toprak katı ve tabiat baştan zalimdir. [2] Peki bu köyün gerçekliği mi, Ahmet Celal’in psikolojisinin gerçekliği mi? Ya da Ahmet Celal’in psikolojisinin gerçekliğiyle / onun gözünden görülenlerle gene bir soruna dikkat çekilmek mi isteniyor, ideoloji ışığında?

Romanın tamamına yayılan bu psikolojik cerahat, yarattığı rahatsızlık duygusunu romanın tekniğine de yansıtıyor. Ahmet Celal’in köylülere karşı hissettiği rahatsızlık verici duygulara, kararsızlığı da eklemek gerekiyor. Büyük iğrenme duygusunun altında bir yandan da zaman zaman onlara yaklaşma gayretine girdiğini görüyoruz. (Ya da okuyucuyu buna ikna etmek istiyor.) Memet Ali askere gittikten sonra Zeynep Kadın’a bundan sonra kendisini oğlu bellemesini tekrar tekrar söylediğini unutmayalım. Göstermiş olduğu buna benzer kararsız yaklaşımlar, anlatıya da “kararsızlık” katıyor: Alışılageldik bir olay örgüsünden oluşmuyor roman. Kararsız aklın bölük pörçük hezeyanlarını sunan, bugünün okuyucusunu daha da muallakta bırakan kafası karışık bir metin karşımızdaki. Evet, alışılageldik çatışmalar var

( Salih Ağa-Ahmet Celal çatışması, iffetsiz Cennet kadın-köy ahalisi çatışması vb.) bu kurmaca metinde, ancak ne idealize edilmiş bir karakter, ne de özdeşim kurulabilecek bir karakter var bir yandan da. Peki Ahmet Celal’in ne ideal ne de özdeşim kurulamaz oluşunu bugünün okuyucusu bir anti-kahraman ya da “yeraltı adamı” olarak okuyabilir mi? Bu sorunun cevabını vermek de zor, zira metne sızmış olan Ankara cenneti ve Berna Moran’ın da özellikle üzerinde durduğu gibi Kutsal Metin’den referansını alan çoban-İsa Mesih figürü Mustafa Kemal, Ahmet Celal’in lekeli zihninde ve ruh halinde idealizm fenerinin sürekli yanıp sönen ikaz ışığı gibi. Haliyle “idealizm” ve “yeraltı adamı” kavramlarını yan yana koymak kolay olmuyor.

“Bir kurmaca metin, yazarı onu yazdıktan sonra artık onun eseri değildir” denebilir, ancak yazının bu kararsızlık noktasında Yakup Kadri’nin kendi eseri hakkında söylediklerine göz atmakta gene de fayda var:

Kiralık Konak, bence roman tekniğine en uygun olan eserimdir. (şüphesiz! [3]) Yaban’a gelince: O, bütün milli heyecanlarımı taşıyan kitaplarımdan biri olmak dolayısıyla bence çok kıymetlidir.

Yaban’ı köy romanı olarak yazmadım. Bir sosyal sorun attım ortaya. Entellektüellerle köylüler arasındaki uçurumu göstermek için yazdım. Bu ayrılık bir dereceye kadar Avrupa’da da mevzuu bahistir. Kendim o köylerde dolaştım. Haymana, Mihalıççık çevrelerini dolaştım. Romanın kahramanı kendimim. Köylü orada gördüğüm köylüdür.

Yaban’a yöneltilen başlıca suç, kitabın köylü aleyhtarı bir karakter taşıması; köylünün maddi manevi sefaletini bir entellektüel ağzından tezyife kalkışmış olmasıdır...Yaban, bir objektif roman değildir. Yaban, bir ruh sıtmasının birdenbire acı ve korkunç bir gerçekle karşı karşıya gelmiş bir şuurun, bir vicdanın çıkardığı yürek parçalayıcı haykırışıdır...[4]

Alıntıdan anlaşıldığına göre, Yakup Kadri’nin de kafası karışık. Romanın objektif olmadığını söylediği gibi bir yandan da gördüklerini, deneyimlediklerini yazdığını belirtiyor, “acı ve korkunç bir gerçekle karşı karşıya gelmiş bir şuurun haykırışı” olduğunu söylüyor. Kullandığı “gerçek” kelimesi önemli, çünkü bu kelime psikolojik bir gerçeklikten fazlasına işaret ediyor gibi: Ortada olan bir soruna / köylerimizin ve onlarla aydının arasındaki uçuruma. Belki de bu soruna işaret etmek adına yani gene ideolojik bir amaç uğruna “abarttığını” söylemekten çekiniyor ve psikolojik bir gerçekliği kalkan olarak kullanıyor. Sonuç olarak Yaban, kodları belirgin olan, kolay çözümlenebilir bir “lekesiz aklın ebedi güneş ışığı” cinsinden Milli Mücadele romanı olmamakla farklı bir yer kazanıyor.[5]

KAYNAKÇA

Kaplan, Ramazan. Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Köy. Ankara: Akçağ, 1997.

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Yaban. İstanbul: İletişim, 1996.

Ünlü, Mahir & Özcan, Ömer. 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Cumhuriyet Öncesi, Meşrutiyet Dönemi, 1900-1923. İstanbul: İnkılap, 1987. Alıntı: Milliyet Sanat, Nisan 1977 (Yaban’ın 2. Baskı Önsözü).


[1] Kaplan, Ramazan. Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Köy. s. 100.

[2] Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Yaban. ss. 32-33.

[3] Benim yorumum.

[4] Ünlü Mahir & Özcan Ömer. 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Cumhuriyet Öncesi Meşrutiyet Dönemi, 1900-1923. s. 275.

[5] “Lekesiz aklın ebedi güneş ışığı” ya da “Eternal sunshine of the spotless mind”, bir 17. yy Alexander Pope şiiri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder