16 Kasım 2010 Salı

"Hissi kabl el vuku" vuku bulmazsa ne yapılabilir?





Başlık, genele dair elbette. İçerik düşünülmeden ilk elden akla gelen "Her zaman için bir B Planı düşünmek" olabilir. Ne var ki hayat bütün basitliğine rağmen özüne inat kendini çok komplike olarak sunmaya devam eder ve kendini çok zeki sanan insancıklar da bütün sorularıyla, saptadıklarıyla öylece kalıverirler. Bazıları bu gibi durumlarda "sanat" icra eder. Türklük ve Almanlık üzerine okuduğum bütün antikunti akademik çalışmalar, buluşmalar vs.den katbekat manidar "iş"ti Freiburg Tiyatrosu ve tiyatrocu Avkıranlar'ın ortak çalışması Kabine. Ve iletişime de davet eder bir tarafı vardı, ne var ki tipik bir Türklük göstergesi olan regresifliğimizle söyleyebileceklerimizi mekandaki tek bir allahın kuluna söylemeyip buraya taşıyoruz.
En akılda kalıcı an, şüphesiz, Avrupa Birliği bayrağının yıldızlarının sömürgeler sayesinde 'parladığının' gösterildiği andı. Şimdi bunu da bütün Türklüğümden sıyrılıp söylüyorum, ilk yarıda Türk oyuncuların sahneye koyduğu oyun drama hatrına bir emeği ortaya koyarken ne üstten ne alttan ne oradan ne buradan ama eleştirel yaklaşıyordu meseleye, hatta Alman'la empati kurup onun özeleştirisini de katıveriyordu ortaya. Bkz. Alman'ın yapmadığı.
Gudrun Ensslin, Deniz Gezmiş, Turgut Özal, Helmut Kohl, Heidegger, Hrant Dink, Joseph Goebbels, Ajda Pekkan, Marlene Dietrich, Bülent Ersoy zekice seçilmiş ikonlardı bir tarih, bir hikaye anlatmak ve sorular sormak için, her birine aynı oranda özen gösterilmese bile. Bkz. Ajda Pekkan.
Bunun adına "tiyatro" diyesim gelmese de bir sonraki tiyatro deneyimimizi merakla bekliyorum. Bkz. Hakan Günday, Malafa.

"Theater macht frei."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder