18 Aralık 2010 Cumartesi

Naif üniversite ödevleri vol.5: Mr. Atay'a ve Halim hocama sevgiler...





Takib-i sergüzeşt-i âlem-i edebiyattır Atay’ın romanı: Tutunamayanlar’ın modernist ruhu & postmodern oyunu


Tutunamayanlar’ın Türk edebiyatı geleneğine bir “başkaldırı” olduğu başta Moran olmak üzere, romanın tartışılmaya başlandığı dönemdem itibaren sıklıkla ortaya konulan bir düşüncedir. [1] Romana “başkaldırı” niteliği kazandıran unsurların neler olabileceği düşünüldüğünde; romanın modernist Batı edebiyatı etkisi altında olması, öte yandan postmodern çizgiye de dâhil edilebilmesi ilk akla gelen özellikler. Bu yazıda altı çizilecek olan nokta ise, romana “başkaldırı” özelliği katan bu iki edebi akımın farklı şekillerde kendini göstermesidir. Roman, içeriksel olarak modernist çizgiye daha yakın durur, buna karşılık biçimsel olarak postmodern romanın “oyun”larını temel almıştır. Yazarın hangi niyetle romanı yazdığı sorusundan ziyade yarattığı dünyanın hangi dinamiklerle oluştuğuna bakılacaktır. Bu açıklamayı yapma nedenim, Tutunamayanlar metnine bakışta genellikle “küçük burjuvazinin eleştirilmesi” konusunun baştacı edilmesidir. Hâlbuki Atay, kendisiyle yapılan bir söyleşide, romanda “insanı vermek” istediğine dair bir cümle sarfeder. [2] “İnsanı vermek” mefhumu, provokatif olmaya müsait bir yargı olsa da, romanın halet-i ruhiyyesi göz önüne alındığında, modernist romanın üzerine gittiği “birey” olma sorunsalı ve bireyin olaylar dâhilindeki psikolojisini öne çıkarma çabası burada büyük ölçüde karşımıza çıkar. “İnsanı verme” çabasında romanın başvurduğu yöntem(ler) ise ilginç bir şekilde, modernist içeriğe karşılık postmodern bir tavır alıştır.
Romanın temel izleği, Nurdan Gürbilek’in son derece yerinde tabiriyle “hayat acemisi” olmaktır. [3] Yerinde bir tabirdir; zira “tutunamamak” ya da “hayatın acemisi” olmak tam da romanın kahramanlarının (yoksa anti-kahraman mı demeli?) sorunudur. Kurduğu aile düzeni, yeni bir arabaya sahip olduktan sonra yeni bir “başka meta” için çalışmaya devam edişi, birbirine benzeyen burjuva evlerinde verilen davetlerin değişmez bir müdavimi oluşu, “çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşgiller”den değil de “kayaturgutgillerden”[4] müteşekkil bir sosyal çevresi olan Turgut Özben, anlatı zamanına gelene dek hayatı ‘kıvırmış’ gibi gözükür. Ancak Selim Işık’ın ölüm haberini almakla birlikte girdiği “kutsal quest” yolunda, kendi benliğine ulaşma yolunda “kutsal kase” misali parçalara ayrılır. [5] Benliğe ulaşma sorunsalını modernist bir sorunsal olarak düşünürsek, burada karşımıza postmodern bir karşı atağın biçimsel olarak ortaya çıktığını da görmemiz gerekir. Yazar, Turgut karakterine “ÖzBEN” soyadını uygun görerek, benliği aramanın huzursuzluğunu ve umutsuzluğunu postmodern bir hamleyle ironiye dönüştürür. Nitekim Gürbilek’in ve Belge’nin de belirttiği gibi, Atay’ın şiddetli ve yoğun ironisi mevcut büyük kasveti gizlemek veya denetlemek üzere devreye girer. [6] Büyük kasvet, hayat acemiliğinin Küçük Prens’i olan Selim Işık karakterinde yayılır romanın tamamına. Turgut Özben’in tam da kıvırmaya başladığı hayattan kopmasında, benliğini bulmak üzere yola çıkmışken Olric’lere ayrılmasında başlıca etkendir Selim Işık. Modernist kurmacanın yer yurt edinemeyen, edinmek istemekten de giderek uzaklaşan, dünya üzerinde yaşadıkça acı çeken ruhunun eşsiz bir örneğidir Selim Işık. Camus’nün yabancısıyla, Gonçarov’un Oblomov’uyla, Musil’in niteliksiz adamıyla, Tolstoy’un Ivan Ilyiç’iyle ve daha nicesiyle bir tutar kendini, okuyucuya da başka bir alımlama seçeneği bırakmaz. Öğrenci Turgut Özben üniversite sıralarında onunla tanışma girişiminde bulunup, “Ne yapıyorsunuz?” diye sorduğunda, verdiği cevap “Sıkılıyoruz”dur. [7] “Düşünüyorum, öyleyse varım” gibi Descartesiyen bir güven yerine adeta “Sıkılıyorum, öyleyse varım” der gibidir. Nitekim “Ne düşünüyorsun?” sorusuna verdiği cevap, “Düşünmüyorum, sıkılıyorum sadece”dir. [8] Benzer bir sıkıntıyla yaşamaya devam etmek, Türk edebiyatında modernist anlamda bireyin oluşmaya başladığının işaretini veren Yusuf Atılgan’ın aylak adamıyla da aynı çizgiye oturtur Selim Işık’ı. Modernist kurmacanın karakterleriyle kardeşliği son derece açıktır. Ne var ki modernist kurmacanın karakterleri, birey olma mevhumlarını diğer kurmaca kardeşleri üzerinden aktarmazlar okuyucuya. Bu kardeşlerin isimlerini zikretmek, hatta zikretmekten öte onları Selim’le bütünleştirmeyi tekrar tekrar okuyucuya sunmak, adeta bir edebiyat fetişizmidir. Bu dünyanın yersiz yurtlarının lideri olarak görülebilecek İsa ile mütemadiyen bütünleştirilmesi ise (bir sembol ve soyad ilişkisi daha: Selim IŞIK) yapılabilecek edebi göndermelerin varabileceği son noktadır. Bu, modernist bir “durum”u, postmodernle anlatmaktır.
Edebi kardeşlere postmodern atıflarda bulunmanın yanı sıra, romanda “hayat acemisi” Selim’i hayata kazandırmakta, modernist romanlarda da hiçbir kadının yapamadığı gibi, muvaffak olamayan Günseli’nin söz aldığı noktalamasız sayıklamalar, başka bir modernist yapıtın kadın kahramanının, Ulysses’in Molly Bloom’unun noktalamasız sayıklamalarını model almış gibidir. [9] Günseli’nin sesiyle başlayan bu kısımlar, bir süre sonra farklı karakterlerin bilinçakışını yansıtmaya başlar ki bu durum anlam karmaşasına yol açar. Ne var ki, bu anlam karmaşası “anlama ve anlatma” gayretinden doğan bilinçli bir “anlatamama”dır aslında. Gürbilek, bunu “acemice ve düzensizce kurgunun ustalığı” olarak değerlendirir. [10]
Modernist kurmacanın başlıca izleklerine sahip olmakla, yer yer modernist tekniklere başvurmakla, bununla beraber edebi gönderme yapma konusunda gösterdiği hassasiyetle gerek içerik gerekse biçimsel olarak Jale Parla’nın da tabiriyle bir “söylemler curcunası”dır roman. [11] Bu göndermelerin ironik etkisini de unutmamak gerekir. Romanın kendisinin baştan başa bir edebiyat fetişizmi başyapıtı olmasının yanı sıra “olmayan romanların yazarı Selim Işık” [12] yazılmamış kitaplara önsözler yazmayı hayal eder; hayatının evrelerini etkisi altında kaldığı yazarların isimleriyle ayırır. “Tutunamayan” kimliğini oluşmasında başlıca unsur olarak gördüğü her yazarı ayrı ayrı zikrederek, lanet okuma ve aşkla bağlanmanın bir arada gittiği o güçlü duygusal bağı her daim muhafaza eder. Yıldız Ecevit de, romanın “metinlerarasılık” özelliğinin Oğuz Atay’ın yazmakta olduğu avangard romanın en önemli öğelerinden biri olduğuna dikkat çeker. [13] “Kitaplarla ve onların yazarlarıyla birlikte yaşıyorum. (...) Gerçek dediğimiz dünyadaysa kimin ne yapacağı belli değil,” [14] diyen modernist birey örneği Selim Işık’ın karakterinin derinliğinin yaratılmasında, çoğunluğu modernist yazarlardan oluşan edebi aleminin çok önemli bir rol oynaması gibi, romanın tekniğinin de metinlerarasılık üzerine kurulu olması (Ulysses etkisiyle romana kolajlanan şarkılar, destan parçaları, Molly Bloomvari noktalamasız diyaloglar, Laclos’un Tehlikeli İlişkiler'ini ya da Herman Hesse’nin Bozkırkurdu’nu andıran çerçeve yapısı, Sterne'in Tristram Shandy romanı gibi konudan konuya atlayıp sadede bilinçli olarak gelmemesi...) metinlerarasılığı hem içeriğe hem tekniğe dayalı bir bütün haline getirir. Nitekim Parla’nın “söylemler curcunası”ndan kastı da romanda bir grup edebi yapıta art arda gönderme yapılmış olmasından ibaret değildir. Atay’ın selam gönderdiği edebiyat âleminden isimleri, Alman araştırmacı Tatyana Seyppel uzun (bir sayfa) bir liste olarak sunar. [15] Aslında listenin uzunluğunu gözardı etmeden, listedeki isimlere tek tek bakmakta ve gönderim sebeplerini ayrı ayrı düşünmekte fayda vardır ancak bu başlı başına bir araştırma konusu olabilir. Listede başı çeken yazarların modernist kaynaklı yazarlar olması dikkat çekicidir. Nitekim başta Selim Işık olmak üzere, karakterlerin “birey” olma sorunsallarını en fazla ön plana çıkaran gönderi kaynakları, Rönesans’tan günümüze kadar gelip modernist olma özelliği taşıyan Hamlet ve Don Kişot, bir diğeri de birey olma mefhumunda Doğu-Batı sorunsalını da içinde barındıran –ve belki de bir Türk yazarına bu yüzden daha yakın gelen- Rusya cephesinden bir karakter olan Oblomov’dur. Selim Işık’ın “Oblomov gibi hayallerle geviş getirdiğini” [16], Hamlet gibi anlam sapkınlığıyla boğulmuş ve dilin işlevini kaybeden bir dünyada kelimelerle boğuştuğunu (Kelimeler, kelimeler, kelimeler...[17]), Don Kişot gibi bu dünyada tutunamayıp, “olmayan-kayıp” ülkeye, Arcadiavari bir dünyaya gitmek istediğini unutmayalım.
Romana postmodern tekniğin hâkim olduğunu gösteren başka bir unsur da, “oyun” temasının öne çıkmasıdır. Oyun da romanın hem modernist içeriğini kapsayan hem de posmodern tekniğine atfedilebilecek bir özellik olarak karşımıza çıkar. Romanın yoğun gönderme kapasitesi, farklı edebi türlerden kolaj yapması, keskin bir ironi kullanması postmodern teknik özelliklerdenken, kendini “sevgi apartmanında her gün görevli olan inek” [18] olarak gören, halbuki romanın alamet-i farikalarından biri olan ironik ansiklopediye göre tam da bir “disconnectus erectus” olan, “insanın kişiliğini 24 saat kullanamayacağını, eskiyeceğini” [19] savunan, kendi kimliğini ararken, kendini dünyadaki arkadaşları adına feda eden mesih arkadaşı Selim gibi çember oyununun önce içindeyken sonra dışında kalan Turgut, tipik modernist “birey”in özelliklerini barındırır. “Ya içindesindir çemberin / Ya da dışında yer alacaksın” [20] dizelerinin mecaz olarak aldığı çember oyununda, Beckettvari bir “oyunun sonu” gerçeğe dönüşür: Postmodern oyun, bu defa o kadar da eğlenceli değildir. Modernist yarayı örtmeye çalışan bir perdedir.





KAYNAKÇA

Atay, Oğuz. Tutunamayanlar. İstanbul: İletişim, 2000.
Belge, Murat. Edebiyat Üstüne Yazılar. İstanbul: İletişim. 1998.
Ecevit, Yıldız. “Ben Buradayım...” Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası. İstanbul: İletişim, 2007.
Gürbilek, Nurdan. Yer Değiştiren Gölge. İstanbul: Metis, Eylül 2005.
Kör Ayna Kayıp Şark. İstanbul: Metis, Nisan 2007.
Joyce, James. Ulysses. İstanbul: Yapı Kredi, Şubat 2003.
Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış II. İstanbul: İletişim, 2001.
Parla, Jale. Don Kişottan Bugüne Roman. İstanbul: İletişim, 2001.
Seyppel, Tatjana. Oğuz Atay’ın Dünyası. İstanbul: İletişim, 1989.






[1] Berna Moran. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış II. s. 261.
[2] Atay’dan alıntılayan, Murat Belge. Edebiyat Üstüne Yazılar. s. 210.
[3] Nurdan Gürbilek. Yer Değiştiren Gölge. s. 30.
[4] Oğuz Atay. Tutunamayanlar. s. 202.
[5] “Quest” ortaçağ romanslarında çoğunlukla şövalye olan kahramanın çıktığı büyük yolculuğa verilen isimdir. Her quest’in sonunda ulaşılmak istenen kutsal bir nesne olur. Kutsal kase, bunların en önemlisidir. Burada kutsal kase, Turgut Özben’in “ben”i, benliği olarak okunabilir.

[6] Murat Belge. A.g.e. s.207, Nurdan Gürbilek, a.g.e. s.27.
[7] Oğuz Atay. A.g.e. s. 40.
[8] Oğuz Atay. A.g.e. s. 49.
[9] James Joyce, Ulysses. son bölüm.
[10] Nurdan Gürbilek. Kör Ayna Kayıp Şark. s. 188.
[11] Jale Parla. Don Kişot’tan Bugüne Roman. s. 213.
[12] Oğuz Atay. Tutunamayanlar. s. 394.
[13] Yıldız Ecevit. “Ben Buradayım...”. s. 252.
[14] Oğuz Atay. A.g.e. s. 334.
[15] Tatjana Seyppel. Oğuz Atay’ın Dünyası. s. 89.
[16] Oğuz Atay. A.g.e. s. 318.
[17] A.g.e. s. 284.
[18] A.g.e. s. 86.
[19] A.g.e. s. 312.
[20] Söz: Murathan Mungan. Beste: Selim Atakan. Seslendiren: Yeni Türkü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder